Türkiye’nin Bürokrasisi
Türkiye’de devlet bürokrasisi ve kamu yönetimi, uzun yıllardır merkeziyetçi bir yapıya dayanmaktadır. Bu yapı, karar alma süreçlerinde hız ve esneklik gerektiren modern çağın ihtiyaçlarına cevap vermekte yetersiz kalmaktadır. Aşırı merkeziyetçi yönetim anlayışı, yerel idarelerin inisiyatif kullanmasını kısıtlamakta, sorunlara yerinde çözümler üretilmesini zorlaştırmaktadır.
Kamu kuruluşlarının karmaşık yapısı da bu süreci daha zor hale getirmektedir. Örneğin, bir vatandaşın basit bir resmi işlemi tamamlaması için farklı kurumlar arasında mekik dokuması gerekebilir. Bu durum, hem zaman kaybına hem de vatandaşın kamu kurumlarına olan güveninin zedelenmesine neden olmaktadır. John Stuart Mill’in dediği gibi, “Kötü bir yönetim, toplumun enerjisini boşa harcar ve vatandaşların devlete güvenini azaltır.”
Bir başka örnek olarak, devlet kurumlarının hantal yapısı ve aşırı kadrolaşma sorunu gösterilebilir. 2020’de yapılan bir araştırma, Türkiye’de kamu kurumlarında çalışanların yaklaşık %40’ının verimli şekilde değerlendirilmediğini ortaya koymuştur. Abraham Lincoln’ün, “Halka hizmet eden bir hükümet, halkın güvenini kazanır,” sözleri bu noktada hatırlatıcıdır.
Kalabalık ve koordinasyondan yoksun kamu yönetimi, verimsizliği de beraberinde getirmektedir. Bu durumun olumsuz etkilerini pandemi döneminde daha net gözlemledik. Sağlık ve sosyal yardım hizmetlerinde hızlı ve etkin çözümler üretmekteki yetersizlik, kamu yönetiminin reform ihtiyacını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin kamu yönetiminde sadeleşmeye, yerelleşmeye ve şeffaflığa dayalı köklü bir dönüşüme ihtiyaç duyduğu açıktır. Atatürk’ün şu sözü bunu özetler: “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir.” Halkın ihtiyaçlarına odaklanmış bir yönetim anlayışı, daha etkin bir bürokrasiyi beraberinde getirecektir.