Sendika Aidatı: Emekçinin Sırtındaki Görünmez Yük

Özge DEMİR

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ

“Emek en yüce değerdir!” Bu söz, her işçinin alın teriyle yoğrulmuş bir hakikati ifade eder. Ancak bugün, Türkiye’nin dört bir yanındaki yüz binlerce işçi, bu yüce değerin gölgesinde bir çelişkiyle karşı karşıya: Ortada sözleşme yok, ama sendika aidatları tıkır tıkır kesiliyor! 600 bin işçi, 230 günden fazla süredir toplu iş sözleşmesi beklerken, ne zam ne de sosyal haklarda iyileşme görüyor. Buna rağmen, sendikalar işçinin cebinden kesintiye devam ediyor. Üstelik, sözleşmeler nihayet imzalandığında, geriye dönük artacak aidat farkları da işçinin maaşından kesilip alınacak. Peki, bu ne kadar ahlaki, ne kadar vicdani?

Sendikalar, işçinin hakkını savunmak için var. En azından öyle olması beklenir. Ancak, grev hakkı olmayan, toplu sözleşmesi askıda kalmış, hatta sendikaya üye bile olmayan işçilerden aidat kesilmesi, “emek” kavramının ruhuna ne kadar uygun? Sendika, işçinin alın terini koruma misyonunu ne ölçüde yerine getiriyor, eğer bu kesintiler bir yük haline gelmişse? Sorular ağır, cevaplar ise vicdanlarda yankılanıyor.

Bir yanda işçiler, “Zam alacağız, sosyal haklarımız düzelecek” umuduyla bekliyor. Öte yanda, sendikalar bu bekleyişi bir gelir kapısına çevirmiş gibi görünüyor. Sözleşme olmadan, işçinin cebinden kesilen her kuruş, adeta bir “hizmet bedeli” gibi algılanıyor. Ama hangi hizmet? Grev hakkı olmayan bir yerde, işçinin sesini duyurmak için ne yapılıyor? Sendikalar, işçinin alın terini savunmak yerine, onun sırtına ek bir yük mü bindiriyor?

REKLAM ALANI

Düşünün: Bir işçi, sabahın köründe kalkıyor, saatlerce alın teri döküyor, evine ekmek götürmek için didiniyor. Ama maaş bordrosuna baktığında, sendika aidatının kesildiğini görüyor. Ne için? Henüz var olmayan bir sözleşme için! Dahası, sözleşme yapıldığında, geriye dönük aidat farkları da işçinin maaşından kesilecek. Bu, işçiye “Sen bekle, ama biz alacağımızı alalım” demek değil mi? Bu sistem, kimin çıkarına hizmet ediyor? Sendikanın mı, işverenin mi, yoksa gerçekten işçinin mi?

Kaybeden ne sendika ne de işveren. Kaybeden, her zaman olduğu gibi işçi. 230 günü aşkın süredir sözleşme bekleyen 600 bin emekçi, sadece zam ya da sosyal haklar için değil, aynı zamanda adalet için bekliyor. Sendikaların, işçinin alın terine sahip çıkması gerekirken, onun cebine el uzatması, emekçinin güvenini sarsıyor. Bu durum, sendikal hareketin ruhuna da zarar veriyor. Çünkü sendika, işçinin sesi olmalı; onun sırtında bir yük değil.

Peki, çözüm ne? Öncelikle, sendikaların şeffaf ve hesap verebilir bir yapıya kavuşması şart. Aidatların, işçiye somut bir fayda sağlamadan kesilmesi kabul edilemez. Sendikalar, işçinin haklarını savunurken, onun cebine el uzatmaktan kaçınmalı. Grev hakkı olmayan yerlerde, işçiden aidat almak yerine, bu hakkı elde etmek için mücadele edilmeli. Ve en önemlisi, işçinin sesi, sendika masalarında yankılanmalı; bürokratik bir engele takılmamalı.

“Emek en yüce değerdir” dedik ya, işte bu değer, sadece sözde değil, özde de korunmalı. İşçinin alın teri, ne işverenin ne de sendikanın kasasına hapsolmamalı. Bu mesele, sadece işçilerin değil, siyasilerin, sendikacıların ve toplumun vicdanına bırakılmalı. Çünkü emek, sadece bir slogan değil, bir insanın hayatıdır, ekmeğidir, onurudur. Ve bu onur, hiçbir kesintiye sığmaz.

Soru şu: İşçinin sırtındaki bu yükü kaldırmak için daha ne kadar beklenecek? Emekçinin vicdanı, bu sorunun cevabını bekliyor.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ