Bir Dostluğun Sessiz Düşleri!
PATİ PAŞA’NIN EL YAZMASI DÜŞLERİ
Ekrem Hayri Peker yazdı…
Araştırmacı, belgeselci, mühendis-yazar Ekrem Hayri Peker, bu kez son derece farklı bir kitapla okurun karşısına çıkan “Pati Paşa’nın El Yazması Düşleri” adlı eseri değerlendiriyor. Necmi Gürsakal, Necip Turaman ve yapay zekâ ChatGPT tarafından ortak kaleme alınan roman, okuru el yazmalarının, sahafların, tozlu rafların ve kaybolmuş hafızaların dünyasına doğru sürüklüyor.
Romanın merkezinde, bir sahafın yanında çalışmaya başlayan Muzaffer var. Muzaffer kısa sürede kitapların ruhunu, sayfaların kokusunu ve sahaf dükkânlarını mesken tutan kedilerin gizemli dünyasını içine çekiyor. Bu öylesine bir dönüş ki, Kafka’nın Dönüşüm’ünde olduğu gibi Muzaffer kendisini bir anda kediye dönüşmüş halde buluyor. Kitaplara artık kedilerin gölgesi düşüyor.
Bursa’nın sokakları, rafların sessizliği, bir kütüphanecinin hayaleti…
Romanın önemli bölümleri Bursa’da geçiyor. Muzaffer, İnebey Yazma Eser Kütüphanesi ile Kedili Tekke arasında dolaşırken, Covid döneminde kaybettiğimiz değerli kütüphaneci Ömer Bey, satır aralarından sessizce çıkıp geliyor. Bursa’nın hem yaşayan hem de kaybolan hafızası, romanın arka planında kendini hissettiriyor.
Necmi Gürsakal’ın başka eserlerinde sıkça rastladığımız “baba ile hesaplaşma”, bu kitapta da peşimizi bırakmıyor. Gürsakal, Turganyev’in Babalar ve Oğulları ile Shakespeare’in Hamlet’i arasında gidip gelirken, şu söz satırlarda yankılanıyor:
“Kuşakların dili farklıdır. Bazarov’un babasıyla anlaşamaması sadece fikirlerden değil, dillerinden kaynaklanır. Bizim evde ise babamın dili zaten hep suskunluktu. O suskunluk, annemin gözyaşlarından daha ağırdı.”
Ve bu iç muhasebe devam eder:
“Bazarov’un babası oğlunu anlamak ister ama başaramaz. Benim babamsa hiç denemedi. Aradaki fark, yokluğun mutlaklığıdır.”
Gürsakal’ın zaman kavramına bakışı ise bir başka sarsıcı cümlede vücut buluyor:
“Zaman bir dilencidir; ‘UNUTMAK’ adlı koca gövdeli canavar için sadaka toplar.”
Romanın ana omurgası hafıza ve hafızanın kaybı üzerine kurulmuş durumda.
El yazmalarının çalınışı: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir talan
“Pati Paşa’nın El Yazması Düşleri”, yalnızca kurgu bir roman değil; aynı zamanda Türkiye’nin el yazması eserlerinin nasıl ülke dışına kaçırıldığının da edebi bir yüzleşmesi.
El yazmalarının dışarıya çıkarılması, Osmanlı döneminden itibaren elçiler, seyyahlar ve tacirlerle başlamıştı. 1. Dünya Savaşı yıllarında Alman Subay Hans Von Seckt, önemli harekât belgelerini “geri vermek üzere” Almanya’ya götürdü; belgeler bir daha geri dönmedi.
Dönüm noktası ise 1 Kasım 1928 Harf Devrimi oldu. Osmanlıca yazılı belgeler, bir gecede “önemsiz” sayıldı.
Ama en vahim, en affedilmez olanı, bir Bulgar uzmanın tavsiyesiyle yapıldı. “Fersude” yani “eski, değersiz” damgası vurulan 120 balya ve 500 sandık belge, Bulgaristan’a, Vatikan’a ve Almanya’ya satıldı. Ayıklamayı yapan kişi yine bir Bulgar araştırmacıydı.
O yıllarda gazeteci İsmail Hakkı Konyalı, bu kültürel cinayete bizzat şahit oldu. İstanbul Defterdarı Şefik Bey’e koştu, Vali Muavini Fazlı Güleç’e haber verdi; ancak engel olamadı.
Ardından sahneye bir Alman daha çıktı:
Türkiye’ye yerleşip vatandaş olan Osman Yaşar (König) ve ünlü kütüphaneci, “Ayaklı fihrist” İsmail Hoca. Harf Devrimi’ne öfkeli olan İsmail Hoca, Osman Yaşar’a kütüphanelerdeki yazmaları seçip çıkarmasında yardım etti. Böylece Leyla König’in ölümüne kadar sürecek büyük el yazması soygunu başladı.
Peki ya Bursa’nın hafızası?
Roman, tam bu noktada bize soruyor:
Atatürk’ün kurduğu İpekiş ve Merinos’un arşivleri nerede?
BTSO’nun arşivi araştırmacılara açık mı?
Hangi gazetenin arşivi gerçekten düzenli?
Bursa’nın yaşayan hafızaları bir bir gözlerimizin önünde yok oluyor; kayıt altına alınmadan, sessizce…
Kütüphaneci Ömer Kurmuş ölmeden önce, hançer koleksiyonunun çalındığını biliyor muydu?
Bilmiyorsak neden bilmiyoruz?
Biliyorsak neden susuyoruz?
Tıpkı kitapta söylendiği gibi:
“Yazmak, sadece hayal etmek değil; düzenlemek, kısaltmak, atmak, yeniden kurmaktır.”
Ama hafıza, bir kez kaybedildiğinde yeniden kurulmaz.
Almanya’da aylarca el yazmaları ve kaçakçılık üzerine araştırmalar yapan Güler Doğan Averbek’e teşekkür ederim.