“Barış ve Demokrasi”nin Gölgesinde Tutuklanan Sesler

Baki Düzgün

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ

Barıştan söz eden bir ülkede önce kalemler susuyor, sonra sazlar kırılıyor. Bu ülkede ne zaman “yeni bir demokratik açılım” denilse, hemen ardından muhalif gazetecilerin kapısına polis dayanıyor, sanatçılar söyledikleri türkülerin hesabını mahkemede veriyor. Hep aynı döngü, hep aynı paradoks: Barış söylemi yükselirken demokrasi fiilen bastırılıyor.

En son örneklerden biri Enver Aysever’in tutuklanması oldu. Soru şu:
Enver Aysever ne yaptı? Bir silahlı eylemi mi övdü? Gizli bir yapılanmanın parçası mıydı? Hayır.
Aysever’in suçu, yıllardır iktidarın gölgesine girmeden, kalemiyle memleketin çürümesini anlatmasıydı. Yani halkın gözünün içine baka baka gerçekleri söylemekti. “Düşünce özgürlüğü” denilen şeyin, bu ülkede en fazla kağıt üzerinde kaldığını gösteren bir başka örnek daha…

Sanatçılar da aynı kaderi paylaşıyor. Bir türkü söylemek, bir ağıt yakmak, bir halkın acısını dillendirmek “suç delili” haline getiriliyor. Yasaklanan, cezalandırılan şey müzik değil; toplumsal hafızanın kendisi. Çünkü hafızasını kaybeden toplum daha kolay yönetilir, daha kolay korkutulur. O yüzden önce saz susturulur, ardından toplumun sesi.

REKLAM ALANI

Peki bu yöntemlerle gerçekten barış olur mu?
Barış, ancak halkın iradesiyle ve özgür bir toplum ortamıyla mümkün olabilir. Demokrasi ise ancak eleştiriye tahammülle, düşüncenin suç olmaktan çıkarılmasıyla ayakta durabilir. Gazeteciyi, yazarı, ozanı, akademisyeni susturarak “barış” inşa edilmez. Sessizliğin üzerine kurulan barış, ilk rüzgâra dayanmaz.

Bugün kullanılan yöntem, geçmişte defalarca denendi:
• 1990’larda barış masaları kurulurken aynı anda yüzlerce gazeteci yargılanıyordu.
• 12 Eylül “ülkeye düzen verme” iddiasıyla geldi; ilk yaptığı şey kalemleri kırmak oldu.
• 1930’lardan bugüne, her “güvenlikçi dönem”, düşünceyi hedef aldı ama kalıcı bir huzur üretemedi.

Bu ülkede hâlâ anlamak istemeyenlere tekrar söylemek gerekiyor:
Düşünceyi yargılayarak barışı kuramazsınız. Muhalefeti bastırarak demokrasi inşa edemezsiniz.

Barış; korkuyla, yasakla, gözdağıyla değil;
eşitlikle, adaletle, özgürlükle gelir.

Demokrasi ise sadece sandık günü değil;
gazetecinin yazarken, sanatçının söylerken özgür olabildiği gün başlar.

Eğer bugün tutuklanan her gazeteciye “zaten bir şey yapmıştır” diyerek sessiz kalınırsa, yarın aynı yöntem herkesin kapısını çalacaktır. Çünkü otoriterliğin hedefi bitmez; bugün Aysever’i susturur, yarın bir ozanı, öbür gün bir akademisyeni…

Bu yüzden, iktidarın attığı her “barış” adımının inandırıcılığı, düşünceyi özgür bırakma cesaretiyle ölçülür.
Ve bugün görünen tablo şudur:

Gazeteciler tutuklanıyorsa, sanatçılar yargılanıyorsa bu ülkede barış da demokrasi de yalnızca bir vitrin sözüdür.

Baki Düzgün

Hak-Der Genel Başkanı

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ